
Yazan;Ahmet Faruk Çelik
Ramazan ayını bir Afrika ülkesinde geçirmek, oradaki Müslüman kardeşlerimizle aynı iftar sofrasını paylaşıp ortak bayram sevincini yaşamak için yola çıkıyoruz ve İstanbul Atatürk Havalimanı’nda başlayan yolculuğumuz Burkina Faso Ouagadougou Havalimanı’nda son buluyor.
Ramazan ayı boyunca Aziz Mahmut Hüdayi Vakfının Burkina Faso’daki çalışmalarına gücümüz yettiğince yardımcı olmaya çalıştık. Vakfın Burkina Faso’daki çalışmaları gerçekten takdire şayan: Mescitlerde, okullarda, Kur’an kurslarında iftarlar veriliyor; ülkenin çeşitli yerlerine gidilip erzak ve giysi dağıtılıyor; sağlık ocakları inşa ediliyor ve okullar açılıyor. Türkiye’den gönderilen yardımlar sahiplerini ve yerini buluyor…
Burkina Faso’da araba fiyatları oldukça yüksek olduğundan halk ekseriyetle bisiklet veya motosiklet kullanıyor. Ülkede araba yolu dışında motosiklet yolları da mevcut. Motorlar aynı zamanda yük ve hayvan taşımacılığı için de kullanılıyor. Her yerde motosikletlere bağlanmış
Burada yılın üç dört ayı yağmur mevsimi olarak yaşanıyor. Bu mevsimlerde her yer yemyeşil oluyor, hatta öyle ki köylere gittiğiniz zaman karşılaştığınız manzara Karadeniz’i aratmıyor diyebilirim. Bu mevsimde toprak da oldukça verimli oluyor. Üstelik fazla su sıkıntısı da çekilmiyor. Hatta bazı bölgelerde pirinç tarlaları bile görebilmek mümkün. Fakat önlerindeki en büyük problem hasat edilen yiyecekleri senenin geriye kalan sekiz ayında bozulmadan muhafaza edebilmek ve bu üç dört ay gibi kısa bir süre içerisinde tüm yıl kendilerine yetecek kadar ürün elde edebilmek. Tarım aletlerinin yokluğunu da düşündüğümüzde bu durum işleri daha da zorlaştırıyor.
Dışarı çıktığımızda küçük büyük herkesin parmaklarıyla bizi işaret ederek “Nassara nassara!” diye bağırdıklarını görünce bir an şaşırdım. “Müslim müslim!” diyerek cevap verip nassara yani Hıristiyan olmadığımı, Müslüman olduğumu söylesem de nafileydi. Onlar gene de nassara diye bağırmaya devam ediyorlardı. Sonradan öğrendim ki onların dillerinde nassara beyaz insan demekmiş.
Yaptığımız ev ziyaretlerinin genelinde karşılaştığımız ortak bir manzara vardı. Kerpiçten yapılmış tek bir oda ve odanın köşesinde üç beş tabak ve bu şartlarda barınan onlarca aile üyesi. Ne bir koltuk veya yatak tarzı bir şey, ne de bir halı veya kilim. Ama bu insanların bir ortak yanları daha var: Güler yüz, sıcak sohbet ve yaşama sevinci.
Yakın zamana kadar Burkina Faso’ya giden beyazlar halkla hiç beraber olmamışlar, onları kendi aralarına almamışlar. Sadece onların iş gücünden faydalanıp onlar üzerinden ciddi paralar kazanmışlar. Bu sebepledir ki halkın içine girip, onlarla tokalaşıp, onlarla beraber oturduğumuzda yüzlerdeki tebessüm bir kat daha artıyordu.
Burkinalı küçük çocuklar için bir beyazla tokalaşmak adeta bir onur teşkil ediyormuş. Eve gittiklerinde “Bugün bana bir beyaz elini uzattı ve ben onunla tokalaştım” diye anlatıyorlarmış annelerine. Bu yüzden bir gün oralara yolunuz düşerse, etrafınıza toplanan onlarca çocuğu ve sizinle tokalaşmak için uzattıkları minik ellerini göreceksiniz.
Afrika’da iftar denilince akla Türkiye’deki gibi lüks, şaşaalı iftar sofraları gelmesin. Bizim sıradan sofralarımızdan daha mütevazı iftar sofraları. Türkiye’den gönderilen zekatlar ise buradaki ailelerin en azından bir bayram sevinci yaşamalarını sağlıyor. Bu zekatlar dul kadınlara, kimsesizlere, yaşlılara, maddî durumları yerinde olmayan Müslüman ailelere dağıtılıyor. Bazen bayramda çocuklarıma ne yemek yapabilirim, onlara ne giydirebilirim diye kara kara düşünen anne babaların imdadına yetişiyor. Bazen de ilacı bitmiş, acı içerisinde kıvranarak gözyaşlarıyla Allah Teâlâ’dan yardım isteyen yaşlı amcaların dualarına cevap oluyor…
Bir yanıt bırakın