
Yazan;Abdurrahim Önder
Yağmurlu bir İstanbul sabahı başlıyor yolculuğumuz, ilk durak Arnavutluk. 1,5 saatlik bir yolculuk sonrası oradayız. Hava gayet açık ve güneşli. Meğer bizim İstanbul’daki yağmurlu hava birkaç gün önce buralardaymış. Başkent Tiran’daki Nene Tereza havaalanından ülkeye girişimizi yapıyoruz. Nene Tereza, İngilizcedeki adıyla Mother Teresa, Arnavutların yetiştirdiği en büyük şahsiyetlerden biri olarak görülüyor ve ismini daha başka eserlerde de görmek mümkün. Üstelik bu isim Müslüman Hıristiyan fark etmeksizin herkesin ortak değeri, övüncü olmuş, hatta Rahibe Teresa diye resmi tatil günleri bile var. Her neyse, bizi girişte İngilizce “Kartallar ülkesi Arnavutluk’a hoş geldiniz” yazısı karşılıyor. Bazı kaynaklarda Arnavutluk’un Arnavutça karşılığı olan Shqiperia’nın kartal kelimesinden türetildiği ifade ediliyor. Bu kartallar ülkesi ibaresi sıkça kullanılmasına rağmen ülkede geçirdiğimiz süre boyunca kartalla ilgili herhangi bir motife dahi rastlamadığımızı itiraf etmeliyim, her tarafa astıkları bayrakları dışında. Her yere asmışlar, dağın başında da olsanız görebilmeniz pekala mümkün.
Daha ilginci Arnavutluk bayrağı dışında astıkları bayraklar: özellikle Amerika, AB, Kosova bayrakları, kimi zaman ise herhangi bir bayrak.
Göçmen Arnavutlar
Havaalanında bizi karşılamaya Hüdayi Vakfı’nın -oralardaki adıyla İstanbul Derneği’nin- yetkililerinden biri geliyor. Samsun’da tıp okumuş ve iyi bir Türkçesi var. Tekrar dönmek üzere Tiran’a veda ediyoruz ve İşkodra’ya doğru yola koyuluyoruz. Yol boyunca dikkat çeken şey ise değişik markalarda birçok akaryakıt istasyonu ve irili ufaklı adım başı araba yıkama yerleri, onların diliyle “lavazh”lar. Akaryakıt demişken ülkenin en büyük akaryakıt şirketi Türk firması Alpet ve daha bir çok Türk yatırımcısı var burada. Mesela Çalık Grubu’nun telekom şirketi. Biz yoldan devam edelim: Yıkama yerlerinin çokluğunu, “yollar bozuk bu yüzden çabuk tozlanıyor” diye özetliyor rehberimiz. Hakikaten de yollar çok yoğun ve yetersiz. Tatil dönemlerinde göçmenlerin de yurda dönmeleri bu yoğunluğun en büyük sebebi. Yollar yabancı plakalı araçlarla dolu, özellikle İtalya plakaları çok fazla. Bir Arnavutluk nüfusu kadar da dışarıda yaşayan vardır büyük ihtimal.
Nereden çıktı bu kiliseler?
Yol devam ediyor. Bir başka ayrıntı evler oluyor. Bir çoğu natamam, kimi sıvasız kimi tek kat bitmiş diğer katlar inşaat halinde. Bunun sebebi ekonomik durumlar, insanlar para buldukça tamamlamaya gayret ediyorlarmış. Yollarda trafik polisleri de çok fazla, haliyle rüşvet de çok oluyormuş. Üstelik sadece polislerle de bitmiyor, birçok devlet dairesinde de işleyiş böyleymiş, mesela 4-5 bin Euro’ya üniversite diploması almanın da mümkün olabildiğini öğreniyoruz daha sonraları. Yol devam ediyor ve kiliseler bir bir gözükmeye başlıyorlar. Onlar her yerde. Kuytu köşeler, terkedilmiş diyarlar, sarp yokuşlar, en güzel manzaraya sahip yerler, şehir merkezleri… Etrafa bakıp da kilise görememek mümkün değil. Bir çoğu Katolik kilisesi, yer yer Ortodoks kiliseler de mevcut. Bir kısmı yeni yapılıyor. Bir kısmı kullanılmıyor ama geleceğe yatırım yaptıkları gerçek. Bir kısmı da AB fonlarıyla yapılmış.
Aç gezerim ama Mercedes’e de binerim
Bu yol muhabbetinden sonra İşkodra’dayız. Burası Balkanlar’ın en büyük gölüne ismini vermiş. Gölün büyük bir kısmı Arnavutluk’a ait, fakat bir kısmı da Karadağ’ın. Bu göl bu sene aşırı yağışlar nedeniyle taşmış, can kaybı pek olmamış ama tesirli bir sel felaketi olmuş. Şehrin merkezine kadar ilerlemiş sular, bazı yerlerde birinci ve ikinci katlar görünmez olmuş.
İnsanlarda da bir sel korkusu oluşmuş. Aslında eski şehir merkezinin daha yüksekte olduğunu ve zamanla merkezin aşağı kaydığını da öğreniyoruz. İşte bu göl bir çok kola da sahip. Su bol, ama gelin görün ki Arnavutlar bu nimetten pek de istifade etmiyorlar. Civar tarlalar bomboş, ziraat çok zayıf. Sadece yer yer mısır ve karpuz tarlaları görmek mümkün, fakat karpuzları da çiftçiler kâr etmediği gerekçesiyle toplamamış, tarlalarda öylece duruyorlar. Peki sanayi var mı? O da yok. Sadece araba alıp satıyorlar herhalde. Gümrük çok düşük ve Ekim 2011’de de tamamen kalkacakmış. O yüzden bizden çok düşük fiyatlara çok iyi arabalara biniyorlar. Mercedesler her yerde, basit ticari taksiler bile Mercedes. Yedek parçaları da araba mezarlıklarından temin ediliyor. Bu mezarlıklar da çok fazla ülkede, sıfır yedek parça kullanımı neredeyse yokmuş. Arnavutlar genel mânada fakir olsalar bile aralarında şöyle bir olay varmış: Cebimde param olmaz, karnım aç gezerim ama lüks arabaya binerim. Bir başka Arnavut özelliği de silaha düşkünlük. Öyle ki; şimdilerde azalsa da çocukları belli bir yaşa kadar silahla yatırırlarmış, silahsız ev yokmuş. Erkek çocuk doğumlarında kalaşnikoflarda mermi bırakmazlarmış.
Medreseja Shkoder
Konaklama mekanımız İşkodra Medresesi’ne ait öğrenci yurdu. Bizdeki imam-hatiplere yakın bir eğitim sistemleri var bu medreselerin. Hocaların bir çoğu ise Türkiye’de ilahiyat okumuşlar. Erkek ve kız binaları olmak üzere iki binası var. Erkek binası yeni ve İslâm Kalkınma Bankası tarafından inşa edilmiş büyük bir yapı. Bir nevi içinde okulu, yurdu, camisi, halı sahası olan müştemilat. Bir gün iftar öncesi halı saha maçı da yaptık öğrencilerle. Camisi ise bu sene içinde tamamlanmış son derece güzel bir mimariye sahip, tarihî bir havası var, hatta bazı turistler tarihî bir cami sanıp fotoğraflarını çekiyorlarmış. Bu yapılar da selden nasibini almış, bodrumları su altında kalmış. Okul da bu sebeple ufak bir tadilat içinde. Burada bizle yurdun müdürlüğünü de yapan Bursalı Süleyman Hocam ilgilendi sağ olsunlar.
Aranızda selamı yayınız
Yurdun yemekhanesinde halk ücretini karşılayıp burada eşine dostuna halka açık iftar verebiliyor. Biz de sahurlarımızı ve bazı iftarlarımızı bu yemekhanede yaptık. Ramazan faslından devam edelim. Şehirde kesinlikle bir ramazan havası yok ama Arnavutluk’un en az % 70’i Müslüman. Oruç tutma oranının çok düşük olduğunu tahmin etmek zor değil. Duyarlı Müslüman esnaf da görmedik, üstelik içki satılmayan en ufak bir mekân yok. Bir yerde bir satış varsa bilin ki içki de vardır. Burada öğrencilerle birlikte sahur yaptıktan sonra camide namazlarımızı eda ediyorduk. Öğrencilerin bir çoğu ancak bu saatten sonra yatıyordu. Oruç tutanlar arasında genelde eğilim de bu şekildeymiş aslında. Diğer vakit namazları da birlikte kılıyorduk. Cemaat oranı düşük de olsa gençlerin yoğunlukta olduğunu görmek umut verici. Daha önce hiç bahsini etmediğimiz baskıcı komünist Enver Hoca rejimi dine hiç nefes aldırmamış, bu yüzden olsa gerek ki eski nesillerin yaşayamadığı dinlerini yeni nesil yaşamaya çalışıyor az da olsa. Namaz sonraları mümkün mertebe herkes “Allah kabül” diyerek birbiriyle tokalaşıyor ve ayrılırken selam vermeyi ihmal etmiyorlar. Şunu söylemeliyim ki, bizden çok daha fazla selam veriyorlar birbirlerine. İftarları toplu halde yapıyorduk ve birçok insan tipi görme imkanımız da oluyordu. Bazı davetlilerin hiç oruçla alakaları olmadığı da oluyordu, normal bir yemek daveti addedip geliyordu çoğu bizim gördüğümüz kadarıyla. İftar demişken, bizim buralarda sahurda çalınan
davul orada iftar vakti fesli, tek çeşit kıyafet giyen adamlar tarafından çalınıyordu; davulları bizimkilerden küçük, sesi de biraz farklı. İftardan sonra teravihler var tabii. Teravihlerde cemaat fazla oluyor haliyle, lakin 8. rekâttan sonra cemaat bayağı azalıyor. Azalmanın sebebi Selefiler. Namaza dair bir ayrıntı da, safları kurarken arada bir saf boşluk bırakmaları. Âdet olup olmadığını bilmediğimiz bu olay ne hikmetle yapılıyor, bilmemekten mi kaynaklanıyor idrak edemedik. Bir namazda aradaki mesafeyi Mesut Ağabey’in uğraşları sayesinde bayağı azalttık, ama daha fazla azaltmaya cemaat yanaşmadı. Bir görüntü de kadınlar tarafından verelim. Kadınlar genelde başları hicabsız ve namaz kılamayacak derecede açık kıyafetlerle geliyorlar, yalnız yanlarında kıyafet getirip namazda onları giyip başlarını örtüyorlar, çıkışta eski vaziyetlerine dönüyorlar. Bir ramazan gününün çok kısa bir özeti böyle.
İSAR Arnavutluk Radyolarında…
İşkodra’yı tanıtmadan da olmaz şimdi. Çok fazla tarihî eseri yok, ülkeye büyük eziyetler çektirmiş komünist sistemden ve Enver Hoca’dan hâlâ bazı izler taşıyor. Mesela o zamanın sığınakları bunkerler her yerde ve yıkılmaları da yasakmış. Zaten yıkmak da çok zormuş. İşkodra Arnavutluk’un ikinci büyük şehri ve bisikletler şehri aynı zamanda, araba çok, trafik çok ama trafik lambası dahi yok. Genç-ihtiyar, erkek-kadın fark etmiyor, herkes bisiklete biniyor. Hatta bir gün tamamen tesettürlü 60’ını rahat devirmiş bisiklete binen bir teyzemizi dahi gördüm ve araç sahipleri yollarda gezinen bu bisikletlilere karşı çok hoşgörülüler. Kocaman bir kalesi var bu şehrin ve bu kalede yıkık vaziyette eskiden cami olarak kullanılmış bir yapı ve bir müze var. Bu kaleden şehre kuşbakışı bakıyoruz. Gölü ve onu besleyen kolları görüyoruz. Kaleye çıkarken bize rehberlik eden genç Ömer kardeşimizi de burada zikretmiş olalım, o da sağ olsun. Bir de bizdeki gibi genelde hafta sonları yaptıkları düğünleri var. Hafta sonu konvoyların kornalarından durulmuyor. Nikahı da camide kıyıyorlar. Caminin ortasına bir masa, görevli ve davetliler. Davetlilerden bir çoğu dekolte kıyafetlerle camiye giriyorlar. İşkodra’da bir de radyo programına konuk oluyorum. Medresenin hocalarından birinin sunduğu programın konuğu İSAR’dan. Hocam Türkiye’de ilahiyat okumuş, bu sayede tercümeyi de kendisi yapıyor. Tanışma faslından sonra daha önce planladığımız üzere biraz da İSAR’dan bahsediyorum. Açılımı nedir, neler yapıyoruz ve Arnavutluk’ta ramazan değerlendirmesi…
Çabuk mu Bitti Ne?
İşkodra’dan sonra tekrar Tiran’a dönüyoruz. Maalesef bu iki şehirden başka bir şehri gezemedik. Berat ve Elbasan da görülesi yerlermiş hani. Tiran başkent, modern bir görünüme sahip. Yüksek binaları, büyük bankaları, hatta operası var. İftar vaktine doğru buraya varıyoruz ve Mesut Ağabey’in Malezya’da beraber okuduğu arkadaşlarıyla buluşuyoruz. Beraber Türk lokantasına gidiyoruz ve birlikte orucumuzu açıyoruz. Çok nezih bir mekân gibi gözükse de burada da içki satılıyor. İftar sonrası bir Arap camiinde akşam namazlarını eda ediyoruz. Daha sonra Arnavutluk’taki en önemli Osmanlı eserlerinden biri olan Ethem Paşa Camii’ne geçiyoruz teravih için. Diyanet görevlisi olduğunu tahmin ettiğimiz imamın güzel kıraatiyle teravihi kılıyoruz. O geceyi yukarıda bahsi geçen Mesut Ağabey’in arkadaşlarının birinin evinde geçiriyoruz. Sabah ufak bir Tiran gezisi yapıp Arnavutluk’a veda ediyoruz. Geride hatıralar ve yeni dostlar bırakarak… Ver elini Kosova…
Bir yanıt bırakın