
Değerlendiren;A.Cüneyd Köksal
İSAR Mukayeseli Hukuk Çalışma Grubu’nun bir faaliyeti olmak üzere, fıkıh ilminin üstadı hocalarımızla bu ilim üzerinde çalışan genç akademisyenleri buluşturma amaçlı Fıkıh Düşüncesi Platformu toplantılarının beşincisinin konuğu, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez idi. Hocamız, fıkıh alanında araştırmalarını sürdüren akademisyenlerin davetli olduğu toplantıda, fıkıh ve fıkıh usûlü ilimlerine dair bazı meselelerin klasik ve modern dönemlerdeki anlamlarına yönelik düşünce ve tasavvurlarını bizlerle paylaştı.
Prof. Dr. Dönmez’in konuşmasından bazı önemli noktalar:
Hudarî Bey’den itibaren bir tarz olarak yaygınlaşan yeni fıkıh usûlü eserleri bir gerekliliğin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Klasik usûl eserlerinde hakim olan felsefe-mantık dilinin yoğunluğu ve zorluğu ile birlikte, bilhassa tedris amaçlı yazılan muhtasar usûl eserlerindeki dilin lügaz, bilmece gibi bir vaziyet alması karşısında, bu ilmin meselelerini daha kolay ve anlaşılır bir tarzda yazma zorunluluğunu duyan âlimler böyle bir çığır açmışlardır. Buradaki sorun bir dil yetersizliği sorunundan ziyade –zira muhataplar Araptır- bir terminoloji ve fazla ihtisar sorunudur.
Usûl öğrenimine herhalükârda yeni bir eserle başlamak tedricilik gereğince uygun bir yöntemdir. Bu eserler daha derin ve kapsamlı okumalara girişecekler için aynı zamanda bir giriş niteliğindedir.
Türkiye’de biri İstanbul’da, biri de Ankara’da olmak üzere sadece iki adet hukuk fakültesi olduğu vakitler, İstanbul’da hazırlanan kitaplar daha akademik, Ankara’dan çıkan kitaplar ise daha didaktik olurdu. Sınıf geçmek için Ankara’daki kitaplar okunurdu, derin ve felsefî okumalar yapmak isteyenler İstanbul kitaplarını tercih ederlerdi. Ben klasik kitaplarla yeni usul kitaplarını buna benzetiyorum. Yeniler herhalükarda faydalıdır, ama bizi eskilerden müstağni bırakmazlar.
Usul ilmi yeniden yazılırken mevcut birikimin iyi sunulması ve yeni kazanımlarla mevcut yapının zenginleştirilmesi önemlidir. Mesela lafızlar bahsi içerisinde geleneksel örneklerden hareketle makâsıd meseleleri incelenerek içerik açısından bir zenginlik meydana getirilebilir.
İhya denilince asla, kaynağa dönmek ve bu asla dayalı olarak yenileşmek anlaşılır. Fıkıhta ihya sözkonusu olduğunda da ictihad kavramının ortaya konmasından daha tabii bir şey olamaz. İctihad zihniyeti olmadan fıkıh tasavvur bile edilemez. Dolayısıyla modernleşme döneminde ictihada vurgu yapılmasını, bu kavrama merkezî bir önem verilmesini çok doğru ve yerinde buluyorum. O günkü çare arayışı içerisinde tekrar tekrar dile getirilen bir söylem olarak ictihad, İslâm toplumunun sağlıklı bir biçimde hayatiyetini devam ettirmesi noktasında çok mühim bir noktadır. Zaten klasik devirlerde de ictihad teşvik edilmiştir, yasaklanmış değildir. Bununla birlikte, ictihadı vurgulama adına bazıları acele ederek keskin söylemlerde bulunmuş olabilir. Burada önemli olan nokta ictihadın ne olduğu, ictihadın mahiyeti üzerinde tekrar tekrar düşünmektir.
Bir yanıt bırakın