
Hamd ve salâttan sonra sözlerine “şeriat asıldır, akıl ona tâbidir” diye giriş yapan konuşmacı, ilim, ilmin fazileti ve ilim talibinde olması gereken hasletler hakkında hadislerden nakiller yaptı: “Cenab-ı Bâri kim için hayır murad ederse onu dinde derin anlayış ve kavrayış (fıkh) sahibi kılar.” “İlimden bir parça okuyup ancak onu öğretmeyen kimse cennetin kokusunu bile alamaz.” Gösteriş için veya âlim desinler diye ilim talep edenlerin feci akıbetine değinen konuşmacı, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin sahih hadislerde işaret buyrulan bir imam olduğundan bahsederek İslam dinindeki yüksek yerini vurguladı. Kabrinin Bağdat’ta olduğunu ve halen ziyaret edilerek teberrük vesilesi kılındığından bahsetti. Ebu Hanife’nin her ne kadar fıkıh ilmiyle bilinse de iman, İslam ve ihsan/takvayı kendinde cem’ eden ve züht sahibi bir veli olarak bilindiğini, sûfi yazarların kendisini tabakat kitaplarında abdallardan bir abdal olarak nitelendirdiklerini dile getirdi. Ebu Hanife’ye göre “Fıkh-ı ekber, ehl-i kıbleyi tekfir etmemektir. Fıkh-ı Ekber’in taalluk ettiği yer, itikadi amellerin yeri olan kalptir.” Her ne kadar fıkhın son zamanlarda yerleşmiş tabirinin farklı olduğunu vurgulasa da konuşmacı, Ebu Hanife’nin yaptığı “Nefsin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmek” tarifinin dinin genelini kapsadığını belirtti. Ebu Hanife’nin ilim meclisinde kırk tane müçtehidin bulunduğunu, bir dinî meseleyi halka ibraz etmeden önce uzun süre kendi aralarında o meseleyi enine boyuna incelediklerini sözlerine ekledi. Beytü’l-malden para alarak görev yapmadığı için işkencelere maruz kaldığını anlattı. İmam-ı Azam’ın ilmî ve ahlaki üstünlüğü ve derinliği için birçok örnek veren konuşmacının Ebu Hanife’nin fıkhi zekasıyla ilgili bir örneğini aktaralım:
“İmam-ı Azam’ın döneminde, Kûfe’nin ileri gelenlerinden biri iki oğlunu bir arkadaşının iki kızıyla evlendirmiş, zifaf gecesinin sabahı da bir düğün yemeği vermişti. Bu ziyafette İmam-ı Azam, Süfyan-ı Sevri ve daha başka alimler de bir araya gelmişti. Davetlilerin yemekte olduğu sırada düğün sahibi üzücü bir haber getirdi: Akşam bir hata yapılmış, gelinleri içeri koyan kadınlar yanlışlıkla gelin kardeşleri, kendilerine nikahlı damat kardeşler yerine, diğer kardeşin zifaf odasına koymuşlar. Daha önce görüşüp tanışmamış taraflar da böylece kendi kardeşinin eşiyle gerdeğe girmişlerdi. Sabahleyin gerçek ortaya çıkınca damatların babası, oradaki alimlerden bu duruma bir çözüm bulmalarını istiyordu. Süfyan-ı Sevri hemen söz aldı; iki tarafın birbirinden ayrılmasını ve iddet süresi geçince asıl eşlerine dönmelerini söyledi.
Bu arada biri İmam-ı Azam’a bu meseledeki görüşünü sorunca İmam-ı Azam önce damatları görmek istedi. Onlarla ayrı ayrı görüşerek akşam birlikte oldukları gelinlerden memnun kalıp kalmadıklarını sordu. Onlar da memnuniyetlerini belirttiler. Bunun üzerine henüz görmedikleri ve ancak ismini bildikleri eşlerini boşamalarını, akşam beraber oldukları kadınlarla nikahlanmalarını söyledi. Bu durumda kendileriyle birlikte olan gelinlere iddet gerekmediğinden onlarla beklemeden gerdeğe girebilirlerdi. İki taraf bu teklifi kabul etti. Boşanmalar yapıldı. Akşam buluşan eşler orada ayrıca nikahlandı. Herkes bu güzel çözümü hayret ve takdirle karşıladı.
Bir yanıt bırakın